
Bozo'nun Direnişi: Beyaz Bant ve Taşranın Onuru
Michael Haneke’nin "The White Ribbon (Beyaz Bant, 2009)" filmi, 1. Dünya Savaşı öncesi bir Alman köyünde ahlaki disiplinin gölgesinde büyüyen çocukların, görünmeyen bir şiddetin taşıyıcısı haline gelmesini anlatır. Filmde saflığı simgeleyen beyaz kurdeleler, aslında bastırmanın sembolüdür. Bu atmosferde yetişen çocukların nasıl birer taşıyıcıya dönüştüğü, failin görünmediği ama herkesin suçun parçası olduğu bir toplum portresiyle sunulur. Benzer bir durum, farklı coğrafyalarda da yaşanır; şehirden gelen fotoğrafçılar ve belgeselciler, yoksulluk ve acıyı estetik bir malzeme olarak kullanır.
Bozo'nun Sessizliği ve Uyanışı
Bozo, evine ve toprağına bağlı bir köylüdür. Tarlasında çalışırken, içinden bir ses ona konuşma zamanının geldiğini fısıldar. Bir gün, tarlasının yakınında duran beyaz bir araba ve içinden inen kameralı adamlar dikkatini çeker. Bu kişiler, bölgeye gelip yoksul çocukların görüntülerini çeken ve sonra ortadan kaybolan belgeselcilerdir. Bozo, bu durumu daha önce de gözlemlemiştir; kuzeni Dildar'ın bir belgeselde yer alması, onun üzerinden konuşulmasına ve kendi sesinin duyulmamasına neden olmuştur. Bu durum, temsil edilmenin kontrol edilmek anlamına geldiğini ve bu kontrolün her zaman açık bir şiddetle değil, sessiz bir güçle işlediğini gösterir.
Temsilin Dışına Çıkmak: Bozo'nun Direnişi
Belgeselci Bozo'ya yaklaştığında, onu belli bir bakışın nesnesi haline getirir. Belgeselcinin "Birkaç görüntünü çekebilir miyim?" sorusuna Bozo, öfkeyle karşılık verir ve "Ne için çekiyorsunuz?" diye sorar. Belgeselci, bölgenin gençlerini ve hayatın zorluklarını anlattıklarını, gerçeği göstermeye çalıştıklarını söyler. Ancak Bozo, "Gerçeğin ne olduğunu kim söylüyor?" diyerek karşılık verir. Belgeselcinin yoksulluk, eğitime erişim ve yardım fonları gibi konuları gündeme getirmesi üzerine Bozo, "Bizim sesimiz var ama siz onu hiç duymuyorsunuz. Çünkü sizin istediğiniz ses, yardım isteyen bir sestir. Çünkü acıyı estetik bir malzeme olarak görüyorsunuz" şeklinde konuşur. Bozo, onların yoksulluğu değil, emeği ve onuru görmezden geldiklerini ifade eder. Bu sözler karşısında şaşkınlığa düşen belgeselci, kamerasını indirir ve sessizce oradan ayrılır.
Taşranın Onuru ve Kendi Hikayesini Yazma İradesi
Bozo'nun bu direnişi, temsil edilmenin kontrol edilmek olduğu ve temsilin dışına çıkmanın bir direniş olduğu gerçeğini ortaya koyar. Belgeselci, Bozo'nun tarlasından bir kadraj çıkaramaz; ancak Bozo'nun zihninde bir şey netleşir: Kendi sesini duyurmak ve kendi hikayesini yazmak. O gün belgeselciye kadraj çıkmaması, Bozo gibileri için bir kayıp değil, bir direniştir. Taşra, sadece yoksulluk değil, aynı zamanda onurdur. Köklü bir öfke, bir aidiyet ve kendi hikayesini yazma iradesidir.
Bozo'nun belgeselciye söylediği sözler, "Bizim sesimiz var. Ama siz onu duymuyorsunuz. Çünkü sizin istediğiniz ses, yardım isteyen bir sestir," Haneke’nin taşrasındaki çocukların söyleyemediği bir cümledir. Bozo, konuşarak temsili reddeder ve zavallı görünmekten kurtulur. Bu durum, taşranın sadece acıdan ibaret olmadığını, aynı zamanda direnişin ve kendi hikayesini yazma iradesinin de bir parçası olduğunu gösterir.